“Sen farklısın” mesajı gelen muhafazakâr bir karakterin, günden güne Tanrı’yla mesajlaştığı, seçilmiş kişi olduğunu düşündüğü, koca bir mahalleyi etkisi altına alarak “Allah yolu”nda yürüdüğü, polis ve jandarmayla çatıştığı bir hikâye düşünün.
-Yazdığınız iki roman da bir dijital platformda dizi haline getirildi ve milyonlara ulaştı. Yola çıkarken, hiç bunu ummuş muydunuz?
Yoktu açıkçası. Sıcak Kafa’yı yazmaya başladığımda henüz Netflix Türkiye’de yapım işine girmemişti. 2013-2014 gibi ben yazmaya kuruldum, 2016’da da kitap çıktı. Ama bir yandan da yazma tarzımın uyarlanma iştahı yarattığını fark ediyorum. Çünkü görsellik barındıran bir anlatım var ve o da sinemacıların dikkatini çekiyor.
-Sıcak Kafa’nın daha önce uyarlanmasını, dünyanın hiç beklemediği küresel salgından nasibini alması olarak yorumlayabilir miyiz?
Aslında onun için çalışmalar başladığında salgın daha ortada yoktu. Salgın çıktığında dizinin yaratıcısı Mert Baykal, hayal kırıklığına uğramış aslında ilk anda. “Dünya bizim fikrimizi çaldı” gibi fikre kapılmış. Sonradan tabii Netflix’ten “Daha da ilgileniyoruz” gibi bir yorum gelince Baykal’da dönt elle sarılmıştı işe.
-Bilgisayar mühendisisiniz. Eğitiminiz arasında sinema-televizyon da var. Hem ödüllü romanı olan, hem de romanları ekrana aktarılan kişi olarak, edebiyat mı sinema mı, hangisi sizce?
Eskiden beri sinemaya daha yakın oldum. Sinemanın içini, dışını, tarihini daha iyi bilirim edebiyata oranla, ama tabii edebiyatın elindeki güç daha fazla. Sinemanın çok ciddi kısıtlamaları var. Hem zamanla ilgili, yapım süreciyle ilgili, bütçe ile ilgili. Ama daha çok sinemada işe fikirsel olarak baktığınızda, sinema bir noktaya kadar inebiliyor erine. Çünkü gösteremediğiniz şey bir işe yaramıyor. Oysa edebiyatta gösteremediğiniz pek çok şeyi aktarabilirsiniz. İstediğiniz kadar derine inebilirsiniz. Okuyucuya önemli bir şeyler olduğu hissini verebilirseniz onu zorlamakta da sakınca yok hatta tam tersi okuyucu zorlanmaktan da hoşlanır. Dolayısıyla edebiyatın geniş olanakları vazgeçilmez benim için.
-Sayfalarını çevirdiğimiz Kübra ile sahnelerini izlediğimiz Kübra… Kendinizi hangisine yakın hissediyorsunuz?
Kitabın yazarı olduğum için, her durumda kitaba daha yakın hissediyorum ama Kübra’nın uyarlamasının da daha iyi olabileceğini düşünüyorum açıkçası. Bilinçli bir kararla Kübra biraz daha anlattığı iki paralel hikâyenin birine bütün ağırlığı verdiği için izleyiciyi daha farklı bir beklenti içine soktuğunu görüyorum. Dolayısıyla ana fikri bazı izleyicilere sirayet edemeyebiliyor bu şekliyle. Ama aslında Türkiye’nin film yapım ortamının bir ürünü. Oradaki hakim anlayış biraz belirleyici oluyor. Daha batılı standartlara yakın, tempolu olsaydı daha iyi olurdu bence.
-Senaryoda sizin adınızı görmedik. Bilinçli bir tercih miydi yoksa farklı anlaşmazlıkların getirdiği bir durum mu?
Ekipte olmayı istedim başlangıçta ama anladığım kadarıyla fikir ayrılığı yüzünden olmadı.
-Neydi fikir ayrılığı?
Ben özellikle kitabın bütün hikâyesinin bir sezonda bitirilmesinde ısrarcı oldu. Ve hâlâ izledikten sonra da o konudaki fikrimin doğru olduğunu düşünüyorum.
-Kitap Kübra ile dizi Kübra arasında farklar var. Sizin bu değişimlere, müdahelelere olan bakışınız nasıl? Siz senaryo ekibinde olsaydınız, daha mı farklı olurdu?
Eklenenlerin büyük çoğunluğu isabetli aslında. Eklemelerden kitabın ruhuna aykırı olduğunu düşündüğüm yok ama çok isabetli olmadığını gördüğüm yer, son bölüm. Kübra’nın sunuluşu ile ilgili benim aklıma yatmayan çok şey var. O da benim bu işin teknik tarafına çok yakın olmam ve orayı çok ince eleyerek yazmamdan kaynaklanıyor. Senaryoda biraz daha klişelere yaklaştırılmış gibi. Çok büylük bir zararı var mı, emin değilim. İkinci sezonu görmek lazım.
-Üçüncü sezon var mı? Çünkü kitabın sonu ile birinci sezonun sonu aynı değil.
Bildiğim kadarıyla üçüncü sezon yok. Kitap tam ortasından bölünüp yarısı bir sezon yarısı ikinci sezon yapılmadı. Ortadan bölündü ama ikinci yarısından birinci yarısına, birinci yarısından ikinci yarısına bazı öğeler taşındı. Özellikle Kübra’nın yönetildiği şirket olan Datacraft’ta yaşananların çoğu ikinci sezona bırakılmış. Dediğim gibi tam yorumu, ikinci sezonu izledikten sonra yapabileceğiz.
-Romanınızda Gezi’de kaybettiğimiz Ali İsmail’e ve Abdullah’a rastlıyoruz. Gezi elbette sosyal medyanın gücüyle geniş kitlelere yayıldı… Kübra’nın Gezi’de payı olmadığını ummak istiyorum…
Bilemezsiniz… (gülüyor) O konuda çeşitli komplo teorileri var ve hepsi de çok saçma değil. Yani bir şekilde bir noktaya kadar manüple edilebilir.
Kitapta tabii doğrudan Gezi’ye bir gönderme yok. Oradaki amaç şuydu: Böyle bir toplumsal hareketin hiç yoktan belli bir zemin üzerinde olmakla birlikte, küçük bir kıvılcımla doğabileceğine ilişkin, gerçek hayattan okuyucuya hatırlatmalarda bulunmak. Sadece Gezi’ye değil, başka toplumsal direniş hareketlerine de değiniler var.
-Romandaki Berk, kendini gizlemeyen açık bir eşcinsel. Ama sanki Kübra’nın iktidarı ele geçirme hedefindeki en önemli yapı taşı, iş insanı Muzaffer de gizli bir eşcinsel. Eşcinselleri kurgu evrenine eklerken aklınızda soru işaretleri doğdu mu? “Beni de ‘dış güçlerin adamı’ ilan ederler mi’ diye sordunuz mu?
(Gülüyor) Korkum veya çekincem yok. Dizi uyarlamasında o kadar açık bir şekilde gösterilemiyor. Ona da diyecek bir şey bulamıyorum, yorum yapmıyorum. Berk karakterinin eşcinsel olması, hikâye açısından şart değildi. Ama sırf içeride bir eşcinsel karakter olsun diye konulmuş bir karakter değil. Ama bir noktada o karakteri öyle düşünmeye başladıktan sonra, kişiliğinin ayrılmaz bir parçası haline geldi. Türkiye’de eşcinselliğe yönelik uygulanan yok sayma politikası ve nefret söyleminin körüklenmesi utanç verici.
–Yapay zekânın yayın dünyasına daha nasıl müdahaleleri olabilir?
Yazarların, kendi kurmacası içinde bir araç olarak kullanmasında ahlaki olarak bir sorun görmüyorum. Hatta, tümüyle bütün metni yapay zekâ ile yazdırıp, ufak tefek dokunuşlarla düzeltmekte bile ‘Edebiyat değildir’, ‘Böyle edebiyat olmaz’ diyemem.
-Yanlış anlamadım değil mi, kitabı yapay zekâ yazacak, ama o metni bir yazar sahiplenecek…
Evet. Yapay zekâyı bir de yazdıran var. Yapay zekâya vereceğiniz komutu bile nasıl ifade edeceğiniz, ayrı bir ustalık, uzmanlık gerektiriyor. Bulunduğumuz noktada mevcut metinlerle kendini eğiten bir anlayış var. Deyim yerindeyse “çalıp çırpma” şeklinde. İlerleyen dönemlerde çok az müdahalelerle bile roman yazabilir duruma gelmesini bekliyorum. O noktaya geldiğimizde, romanın yazarı insan olduğu için, yazarın, ürettiği eserin daha mı nitelikli olduğunu söyleyeceğiz? Önemli olan eserdir. Böyle bir ayrımcılık da yapmamamız lazım.
-Peki bahsettiğiniz durumda, intihal sorunun yaratmayacak mı?
Yaratıyor. Hatta açılmış davalar var ama bu davalar nasıl görülecek bilmiyorum. New York Times, OpenAI’ye dava açtı. ChatGPT’nin içeriklerini kullandığını, bunu parayla sattığını ve hakkını istediğini biliyoruz. Bu haklı bir talep. Ama o içeriğin ne kadarının kullanıldığını hesaplayabilecek bir güç yok. ChatGPT’yi yapanlar da bunu hesaplayamaz. Muhtemelen yaptıkları yanına kâr kalacak.
-Sizin yapay zekâ ile bir anınız var mı?
Kırk Üçteki Korkunç Traktör Yağmuru kitabının kapağını yapay zekâ ile yapmak istedim. Epey uğraştım ama benim istediğim gibi bir kapak çizemedi. Örneği olmayan bir olayı resmetmek istediğim için olmadı. Ama şimdiki kapak da güzel oldu.