İstanbul’da, 1 Ocak’ta düzenlenen ‘Şehitlerimize Rahmet, Filistin’e Destek, İsrail’e Lanet’ yürüyüşünde oluşturdukları kortej, Arapça flamalar ve ‘hilafet’ çağrılarıyla gündeme gelen Hizb-ut Tahrir örgütünü mercek altına aldık. Türkiye Cumhuriyeti tarafından ‘terör örgütü’ olarak sınıflandırılan ve uluslararası düzeyde faaliyet yürüten örgütün İngiliz gizli servisi MI6 ve İsrail gizli servisi Mossad ile ilişkili olduğuna dair önemli işaretler var.
Sempatizanlarının, 1 Ocak’ta İstanbul’da düzenlenen Filistin’e destek mitinginde yaptığı “hilafet” ve “cihat” çağrılarıyla gündeme gelen terör örgütü Hizb-ut Tahrir, 50’den fazla ülkede faaliyet yürütüyor.
Örgütün merkezi, kimilerine göre yasaklı olduğu Ürdün‘de, kimilerine göre ise Batı’daki güvenli liman, İngiltere‘nin başkenti Londra‘da bulunuyor.
Örgüt; Mısır, Libya, Tunus, Ürdün, Suriye, Suudi Arabistan, Pakistan, Malezya, Bangladeş, Endonezya, Rusya, Çin, Almanya, Tacikistan, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan’da yasaklı. Buna karşın ABD, İngiltere, Avustralya, Hollanda, Danimarka, Birleşik Arap Emirlikleri, Lübnan ve Yemen‘de yasal faaliyet yürütüyor.
Foreign Affairs Journal‘da yayınlanan bir rapora göre, Hizb-ut Tahrir “Milliyetçilik karşıtı, uluslar üstü ve pan-İslamik” bir ideolojiye sahip ve bu yönüyle de Batılı gizli servisler için “kullanışlı” bir fonksiyon icra ediyor.
TÜRKİYE’DE YASAKLI MI?
Hizb-ut Tahrir’in Türkiye’deki faaliyetleri 1960’ların başına uzanıyor. Örgüte yönelik ilk operasyon 1967’de düzenledi ve günümüze kadar 2000’den fazla kişi, örgütle ilgili davalarda yargılandı.
Hizb-ut Tahrir militan ve sempatizanları, 1 Ocak, İstanbul
2003 yılında Terörle Mücadele Kanunu’daki ‘terör’ tanımı değiştirilip bir örgütün terör örgütü olabilmesi için “cebir ve şiddete başvurması” şartının getirilmesiyle, o dönem yargılanan bazı örgüt üyeleri serbest bırakıldı. Ancak Hizb-ut Tahrir, Yargıtay’ın 2004 tarihli kararı ile “terör örgütü” olarak tanımlandı.
BBC Türkçe’ye konuşan, Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar‘a göre ise, “Anayasa Mahkemesi, gerek yerel mahkemelerin gerekse de Yargıtay’ın gerekçeli kararlarındaki izahları, Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü olarak kabul edilmesi için yeterli bulmadı…”
1 Ocak’taki mitingte “hilafet çağrısıyla” gündeme gelen örgütün, 2016 yılında, Ankara’daki Atatürk Spor ve Sergi Salonu‘nda yaklaşık 5 bin kişinin katılımıyla “Uluslararası Hilafet Konferansı” düzenlediğini hatırlatmakta fayda var.
Sözde ‘Uluslararası Hilafet Konferansı’, 2016, Ankara
Örgüt, Türkiye’de bugün, “Köklü Değişimler” dergisi çevresinde anayasal rejimi ortadan kaldırmaya yönelik yıkıcı faaliyetlerine devam ediyor.
DARBE GİRİŞİMLERİ, SUİKASTLER
Hizb-ut Tahrir (HT) örgütünün, çoğunlukla Müslüman ülkelerde “darbe tezgahlamak ve devlet başkanlarına suikast planlamak” gibi suçları içeren oldukça kabarık bir sicili var.
Örgütün bu yaklaşımı, sözde “yakın düşmana odaklanma” ve “Müslüman ülkelerdeki ‘Müslüman gibi davranan’ yöneticileri ortadan kaldırma” stratejisinden kaynaklanıyor.
Örgütün, 1968/69 yıllarında Ürdün ve Suriye‘de de iki başarısız darbe girişimine karıştığı biliniyor.
Öte yandan, örgüt üyesi Salih Sirriya, yaklaşık 100 üyeyle birlikte Nisan 1974‘te Mısır’da bir başka darbe girişimine öncülük etmişti. Örgüt mensubu teröristler, Heliopolis‘teki Askeri Teknik Akademi‘ye baskın düzenleyerek cephaneliğe saldırdı; ardından silahlara el koyup Başkan Enver Sedat’a suikast düzenlemeyi planladılar, ancak on bir örgüt üyesinin ölümü ve birçoğunun da yaralanması ile birlikte topluca tutuklandılar.
19 Ocak 2012‘de Bangladeş Ordusu, Hizb-ut Tahrir’in, Aralık 2011’de “hükümeti devirmek için planlanan bir darbeye karıştığını” bildirdi.
Ağustos 2012‘de, Pakistan Ordusu‘ndaki bir Tuğgeneral ve üç binbaşı, Hizb-ut Tahrir’e üye olmaktan suçlu bulunarak hapse atıldı.
Örgüt, son olarak 25 Ekim 2022‘de Endonezya‘nın başkenti Cakarta‘da, ülkedeki başkanlık saraylarından biri olan Istana Negara‘nın önünde silahlı saldırı girişiminde bulundu.
Hizb-ut Tahrir mitingi, Endonezya
Örgüt, yasaklı olduğu pek çok ülkede, “Hükümeti ele geçirmek; silahlı kuvvetler ve polis teşkilatları gibi yasal güvenlik örgütlerine sızmak” gibi yasadışı fiillerle suçlandı ve kovuşturmaların hedefi oldu.
LOJİSTİK SİNİR MERKEZİ: LONDRA
Müslüman ülkelerde estirilen terör dalgası karşısında örgütün, Batı ülkelerinde müesses nizam ile daha uyumlu ve “barışçıl” politikalar izlediği görülüyor. Müslüman ülkelerin pek çoğunda yasaklı durumda olan örgütün pek çok Batı başkentinde “yasal şubeleri ve temsilcileri” bulunuyor.
Birleşik Krallık, örgütün “lojistik sinir merkezi” konumunda. Birleşik Krallık İçişleri Bakanlığı, 2005 yılında örgütü, “Şiddet içermeyen İslamcı bir grup” olarak tanımladı. Broşür ve kitap gibi örgütsel yayınların küresel dağıtımı Londra’dan yönetiliyor ve örgütün, ülkede özel bağışlar ve üyelik gelirleriyle finanse edildiği belirtiliyor.
Örgütün Birleşik Krallık Medya Temsilcisi, Müslüman olduktan sonra Yahya Nisbet adını almış bir İngiliz.
Örgüt içinde, onun gibi çok sayıda üst düzey Batılı yönetici var.
Hizb-ut Tahrir Birleşik Krallık Medya Temsilcisi Yahya Nisbet
Dahası; “örgütün, İngiliz dış istihbarat servisi MI6 tarafından idare edildiğine” dair önemli işaretler var.
“GİZLİ BİR EL” ÖRGÜTÜ KORUYOR
İngiltere’nin eski başbakanlarından Tony Blair 2009’da, David Cameron ise 2011’de örgütün ülke yasaklanması için girişimde bulundu. Ancak İngiltere İçişleri Bakanlığı ve ilgili diğer kurumlar, tarihi boyunca başvurduğu sayısız şiddet eylemine rağmen, “Örgütün şiddeti savunmadığını, bu yüzden yasaklanamayacağını” savundu.
BBC’ye konuşan Londra Uluslararası İlişkiler Merkezi (LCIR) Direktörü Dr. Noman Hanif, bu karmaşık durumu şu şekilde yorumluyor:
“İngiltere’nin Hizb-ut Tahrir’i yasaklamak için elinde bolca delil olduğunu düşünüyorum. Ancak her seferinde İçişleri Bakanlığı’ndan ya da kurulu siyasi düzenin derinlerinden ‘yasaklamama’ yönünde müdahale geliyor. David Cameron bile başbakan seçilmeden önce örgütü yasaklama sözü vermişti ama seçildiğinde bunu yapamadı. Belki devlet, istihbarat amacıyla Hizb-ut Tahrir içinden bazı insanları kazanmış olabilir.“
BİR TÜRLÜ YASAKLANAMIYOR…
Örgütün, Avustralya‘da 300’den fazla üyesi ve medya sözcüleri bulunuyor. 2005 yılında Avustralya istihbarat servisi, örgütü yasaklama olasılığını araştırdı, ancak adli makamları bu adımı atmadı. 2007 yılında ise Yeni Güney Galler eyaletinin başbakanı örgütü yasadışı ilan etmeye çalıştı, ancak o da Avustralya başsavcısı tarafından engellendi.
ABD sözcüsü Reza Iman‘a göre, örgüt yaklaşık 30 yıldır ABD’de faaliyet gösteriyor. 2000 yılında, İngiliz üyelerinin yardımıyla Danimarka‘da da bir şube açtı ve bugün bu ülkede de yasal faaliyeti bulunuyor.
Hizb-ut Tahrir ABD örgütü toplantı
Öte yandan Expo adlı araştırma dergisi, örgütün 2012 yılında İsveç’te yerleşmeye başladığını yazdı. Hizb-ut Tahrir, Ekim 2012’de yıllık “halifelik konferansını” Stockholm‘de düzenledi.
HİZB-UT TAHRİR BİR MI6 PROJESİ Mİ?
Pakistanlı gazeci Shad Khan‘a göre, Hizb-ut-Tahrir’in esasen bir MI6 projesi olduğuna ilişkin çok sayıda materyal ve rapor mevcut.
Khan’a göre, “Örgütün Orta Asya’daki faaliyetleri (İngiliz dış istihbaratı) MI6 tarafından, Rusları çevrelemeye yönelik Anglo-Amerikan stratejisinin bir parçası olarak ve son on yıldan beri de Çin’in artan etkisine karşı koymak için hayati önemde görülmekte…”
Bu durum, İngiliz hükümetinden örgüte akan fonlarda da kendini göstermekte.
ÖRGÜTE AKAN FONLAR
İngiliz Daily Telegraph gazetesinin 25 Ekim 2009 tarihli bir haberine göre, “İngiliz devletini yıkmak ve yerine İslam hukukuna dayalı bir diktatörlük kurmak isteyen bir grubun önde gelen üyeleri, bir okul zinciri için İngiliz vergi mükelleflerinin 100 bin sterlinden fazla parasını güvence altına aldı…” Yani İngiliz hükümetinden 100 bin sterlinden fazla fon aldı.
Kasım 2009 ise Cameron Hükümeti bir kez daha, “Şiddete varan aşırıcılıkla mücadeleyi amaçlayan Pathfinder hükümet fonu aracılığıyla Hizb-ut Tahrir’e finansman sağlamakla” suçlandı.
İngiliz Times dergisi ise 4 Temmuz 2009 tarihli, “İngiliz İslamcılar Pakistan’a komplo kuruyor” başlıklı makalesinde şu anlamlı soruyu soruyordu:
“İngiliz istihbaratı tarafından bu denli yakından takip edilen ve Times tarafından bile bilinen Hizb-ut-Tahrir mensupları nasıl oluyor da İngiltere ve Pakistan arasında bu kadar sık seyahat edebiliyorlar?”
Khan’a göre, “Sözde İslamcı militanlar ile Batılı casusluk teşkilatları arasındaki bağlantılar, bazı sözde aşırılık yanlısı grupların, “Büyük Oyun” içinde, küçük birer araç olduklarını göstermekte. Bu durum, bizzat Batı medyasının haberleriyle de desteklenmekte…”
Hizb-ut Tahrir İngiltere, yürüyüş
27 Aralık 2007 tarihinde geçirdiği suikast sonucu yaşama veda eden eski Pakistan Başbakanı Benazir Butto‘nun son röportajlarından birinde, Business Plus TV‘de söylediği gibi, “Eski terörist ortadan kaldırılıyor ve yerine yenisi ya da ‘daha iyi bir terörist’ geliyor. Bu durum, bırakın kötülenen müesses nizamı, medyanın en önde gelen isimleri tarafından bile destekleniyor…”
İSRAİL’DEN GELEN DEĞERLENDİRME
İsrail’deki Reichman Üniversitesi‘ne bağlı Uluslararası Terörle Mücadele Enstitüsü (ICT) tarafından, Araştırma Görevlisi Michael Whine imzasıyla, 20 Şubat 2004 tarihinde yayınlanan, “Açık Toplumda Hizb-ut Tahrir’in Çalışma Biçimi” adlı güzellemelerle dolu raporda, örgütten şu sözlerle bahsediliyor:
“Hizb-ut Tahrir, Avrupa ve ABD’de faaliyet gösteren diğer İslamcı gruplardan farklıdır. Özellikle de entelektüel kesime hitap ederek küresel cihatçı hareketlerin veya diğer İslamcı hareketlerin cazibesinin ötesine geçmektedir…”
Aynı rapor şöyle devam ediyor:
“Üyeleri yaşadıkları ülkelerin siyasi süreçlerine dahil olmamaktadır ve bu da diğer İslamcı gruplar tarafından kamuoyu önünde ve özel olarak eleştirilmelerine yol açmıştır…”
“Liderleri ve üyeleri sürekli olarak Hizb-ut Tahrir’in ‘siyaseti İslam olan bir siyasi parti’ olduğunu; kapitalizm ve onun kötülükleri konusunda Batı ile ‘diyalog’ kurmaya ve İslam’ı ideolojik bir alternatif olarak sunmaya çalıştığını vurgulamaktadır…”
“[Örgüt] aynı zamanda Evanjeliktir ve din değiştirenlere hitap etmektedir. Kanadalı Jamal Harwood gibi önde gelen liderlerinden bazıları din değiştirmiştir (sonradan Müslüman olmuştur)…”
Jamal Harwood
“Hizb-ut Tahrir sürekli olarak şiddeti reddettiğini belirtmektedir. Silahlı mücadelenin Şeriat tarafından yasaklandığını düşünüyor olsa da şiddetli cihat dilini kullanmaktadır (!)”
HİZB-UT TAHRİR’DE MOSSAD ŞÜPHESİ
Yazımızı, bütün bu güzellemelerin kaynağını işaret edebilecek 2009 tarihli bir haberle bitiriyoruz…
28 Temmuz 2009‘da Sabah gazetesinde çıkan bir haberde, Hizb-ut Tahrir örgütünün Türkiye sözcüsü Yılmaz Çelik‘in, İsrail Gizli Servis ajanı olduğu iddia edilen Imadudeen Barakat isimli kişiyle sıkça görüştüğü ve para aldığı iddia edildi.
Yılmaz Çelik
Sabah’ta yer alan habere göre Emniyet Genel Müdürlüğü ve MİT’in ortak çalışmasıyla 23 ilde gerçekleştirilen Hizb-ut Tahrir operasyonunda MOSSAD bağlantısı ortaya çıktığı öne sürüldü.
Ürdün asıllı Barakat, ABD’de işletme okuyup KKTC’deki Yakındoğu Üniversitesi‘nde mastır yaptı. Barakat, daha sonra bir Türk’le evlenip Türk vatandaşlığına geçmek için başvurdu. MOSSAD’a çalışan “Türkiyeli Lawrance” olarak anılan, Arapça, Türkçe ve İngilizceyi mükemmel konuşan Barakat’ın Türkiye’ye gelmesi ile Çelik’in, Hizb-Ut Tahrir sözcüsü olması aynı tarihe denk geliyor.
2003’teki operasyonda Barakat Ankara’da yakalanıp MİT tarafından sorgulandığında, üzerinde İsrail kimliği ve pasaportu ele geçti. Barakat, serbest kalınca İsrail’e döndü.
2009 yılında örgütü operasyon odaklı takibe alan MİT, Çelik’in İsrail’den biriyle sürekli olarak görüştüğünü, bu kişinin Çelik’in banka hesabına düzenli olarak para gönderdiği belirledi. MİT, bu kişinin 6 yıl önce Türkiye’den İsrail’e kaçan Imadudeen Barakat olduğunu saptadı.