Türkiye’de bir döneme damga vurmuş özgün müziğin en büyük usta isimlerinden biri aramızdan ayrıldı. Ahmet Kaya, sadece müziğiyle değil, aynı zamanda sürgün hayatı ve toplumsal hassasiyetiyle de hatırlanacak bir sanatçıydı. Bugün, onun göçtüğü topraklarda, ezgileriyle yaşayan bir ruhu anıyoruz.
Usta sanatçı Ahmet Kaya‘nın Fransa’nın başkenti Paris’te vefat etmesinin üstünden 23 sene geçti.
Ahmet Kaya’nın hayatı, sadece müziğiyle değil, aynı zamanda toplumsal hassasiyeti ve mücadelesiyle de dolu bir hikayeydi. Onun, müzik kariyerinin yanı sıra adalet ve özgürlük mücadelesindeki duruşu, onu sadece bir sanatçı değil, aynı zamanda toplumun sesi yaptı.
SÜRGÜNÜN İZİ
Ahmet Kaya, sürgün döneminde yaşadığı zorlu şartlara rağmen mücadelesini şarkılarına yansıttı. Göçtüğü topraklarda, onun ezgileriyle birlikte yaşayan bir ruh oluştu. Ahmet Kaya’sız geçen 23 yıl, bu ezgilerin hala taptaze ve etkileyici olduğunu gösteriyor.
Şarkılarıyla milyonları etkileyen Ahmet Kaya’nın, sözleriyle toplumsal olaylara değindiği eserleri zaman içinde daha da anlam kazandı. Onun şarkıları, duygusal derinliği, güçlü sözleri ve benzersiz yorumuyla dinleyenleri etkilemeye devam ediyor.
23 YILIN ARDINDA BIRAKTIĞI MİRAS
Ahmet Kaya’nın aramızdan ayrılışının üzerinden geçen 23 yıl, onun mücadelesinin ve sanatının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Onun mirası, sadece bir dönemi değil, bir toplumun sesini ve duygularını yansıtan eşsiz bir hazineliği temsil ediyor.
AHMET KAYA KİMDİR?
Ahmet Kaya, 1957 yılında Malatya’da Adıyamanlı bir babanın ve Malatya Sıtmapınarlı bir annenin beşinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Sümerbank dokuma fabrikasında çalışan bir işçiydi. İlkokulu Malatya’da okudu. Müzikle altı yaşında babasının hediye ettiği bağlama ile tanıştı. Okuldan geri kalan zamanlarında plak ve kaset satan bir dükkânda çalışmaya başladı. Ailesinin geçim sıkıntısı çekmesi nedeniyle 1972’de İstanbul Kocamustafapaşa’ya göç ettiler ve okulu bırakmak zorunda kaldı. İşportacılık ve çeşitli işyerlerinde çıraklık yaptı. Bu dönemde küçük bir yerleşim yerinden büyük bir şehre taşınmanın ve alışmanın sıkıntılarını yaşadı. Bu sıkıntılarını bir belgeselde şöyle dile getirdi:
“Onlarla konuşmuyordum; çünkü onlarla konuşamıyordum. Giyimleri başkaydı, konuşmaları başkaydı. Onlar gibi konuşmaya çalışıyordum. Mesela terziye gidip onlar gibi pantolon diktirmeye filan başlamıştım. Terzinin yaptırdığı pantolonların üzerime uymadığını görüyordum. Onlara yakışıyordu bana yakışmıyordu. Bir kız vardı bizim okulda; herkesin bir ilk aşkı vardır, çocukluk aşkı. Bir gün gittim dedim ki ‘Biraz seninle konuşak beş dakika, yani kaçıyorsun hep iki tane laf edek.’Bana dedi ki’ Rica ederim’ dedi. Öyle bir ağrıma gitti ki yav dedim “Ben de sana rica ederim.” Ben o zaman rica ederim’in anlamını bilmiyordum yani onu bir küfür gibi zannettim biliyor musunuz.”
On altı yaşında yasadışı afiş basmaktan hapse atıldı. Daha sonra birkaç arkadaşıyla birlikte Halk Birimleri Derneği’nin çalışmalarına katıldı. Bu çalışmaları sırasında çeşitli etkinliklerde bağlama çalmaya devam etti. Boğaziçi Üniversitesinde yapılan bir etkinlikte Ruhi Su ile tanışma fırsatı buldu ve Mahsus Mahal isimli Ruhi Su türküsünü söyledi. 1978 yılında Gelibolu’da askerlik yaptı, bu arada askeri orkestrada müzik çalışmalarına devam etti. Askerden döndükten sonra Emine adlı ilk eşiyle evlendi ve 1982 yılında kızları Çiğdem doğdu. Ancak bu evlilik uzun sürmedi. Daha sonra Yusuf Hayaloğlu’nun kız kardeşi Gülten Hayaloğlu ile evlendi. Bu evlilikten, 1987 yılında ikinci kızı Melis dünyaya geldi.
İşsizlik sebebiyle ekonomik zorluklar çekti. Bu sırada eşi kendisinden ayrıldı. Bu ekonomik sorunlarından kurtulmak umuduyla kendi deyimiyle “sistemin tersine hareket” ederek hapse girmeye çalıştı. Nihayetinde uzun uğraşılar sonucu çıkardığı Ağlama Bebeğim albümünü 1984 yılında yayınladı. İstanbul Şan Tiyatrosu’nda küçük bir konser verdi. Yayımlandığı yıl albüm toplatıldı, fakat daha sonra sansürü kaldırıldı. 1985’te ikinci albümü Acılara Tutunmak için birinci albümde olduğu gibi Değişim Stüdyosu’yla anlaştı. Stüdyonun sahibi, o sıralarda Metris Askeri Cezaevi’nde olan Selda Bağcan’ın kardeşi Sezer Bağcan’dı. Cezaevinde tanıştığı 12 Eylül Darbesi mağduru Gülten Hayaloğlu ile Ahmet Kaya’nın tanışmasına aracılık etti. Albüm yayımlandıktan sonra evlendiler. Gülten Hayaloğlu hapishanede idam cezasına mahkûm olan Nevzat Çelik’in Şafak Türküsü şiirini Ahmet Kaya’ya iletti. Böylelikle geniş kitlelerce tanınması sağlanan albüm, 1985 yılında yapılıp 1986’da piyasaya çıkan Şafak Türküsü oldu. Bu albümde aranjör Oğuz Abadan’la çalıştı ve hemen hemen tüm besteleri kendisi yaptı. Aynı yıl An Gelir albümünü yayınladı.
HAKKINDAKİ SUÇLAMALAR
10 Şubat 1999’da Magazin Gazetecileri Derneği’nin Princess Otel kongre salonunda düzenlenen ödül töreninde yılın en iyi sanatçısı ödülünü aldı ve ödül konuşmasında: “Ben bu ödül için İnsan Hakları Derneği’ne, Cumartesi Anneleri’ne, tüm basın emekçileri ve tüm Türkiye halkına teşekkür ediyorum. Bir de bir açıklamam var: Şu anda hazırladığım ve önümüzdeki günlerde yayımlayacağım albümde bir Kürtçe şarkı söyleyeceğim ve bu şarkıya bir klip çekeceğim. Aramızda bu klibi yayınlayacak yürekli televizyoncular olduğunu biliyorum, yayınlamazlarsa Türkiye halkıyla nasıl hesaplaşacaklarını biliyorum.” dedi. Bu sözleri üzerine davetlilerin bir kısmı tepki gösterip, küfretmeye ve kendisine çeşitli eşyalar fırlatmaya başladılar. Kaya, MGD görevlileri tarafından kongre salonundan olağandışı koşullarda dışarıya çıkartıldı.
Bu olayın hemen sonrasında Ahmet Kaya’nın 1993 yılında Berlin’de Kürt İş Adamları Derneği’nin düzenlediği bir gecede verdiği iddia edilen bir konsere ilişkin fotoğrafların Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanması üzerine “Bölücü PKK terör örgütüne yardım ve yataklık yaptığı ve halkı ırk farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği” iddiasıyla hakkında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde toplam 10.5 yıl ağır hapis istemiyle iki ayrı dava açıldı.
ÖLÜMÜ
16 Haziran 1999’da Türkiye’den ayrılan Kaya, 16 Kasım 2000’de, Hoşçakalın Gözüm İsimli Albümünün Kayıtlarını Yaparken, Paris’in Porte de Versailles semtindeki evinde bir gece kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. 17 Kasım 2000’de 30.000’in üzerinde kişinin katıldığı törenle Paris’in Père Lachaise Mezarlığı 71. bölüme defnedildi.